Hükûmet binasında esnaf ve tüccarlar tarafından düzenlenen ziyafette söylenmiştir.
“Saygıdeğer efendiler!
Bundan önceki ziyaretlerimde olduğu gibi, bu defa da saygıdeğer Konyalıların hakkımda gösterdikleri içten ve ateşli gösterilerinden dolayı çok duyguluyum. Bütün Konyalılara teşekkürlerimin bildirilmesini rica ederim. Belediye Başkanı Beyefendinin kendi adına, Konya halkı adına, Konya’nın bilginleri, esnafı, tüccarları adına, benim için gösterdikleri övgü dolu açıklamalara da ayrıca teşekkür ederim. Memleketimizde, gidebildiğim her yerde, uğradığım her beldede saygıdeğer halkımızın çok içten, çok ateşli, çok kalpten gösterilerini, büyük ruhlu milletimizin her yerde sevgi ve güvenini görmekle mutluyum. Fakat milletimin bu sevgisine, bu güvenine itimadına hak kazandığımı iddia edemem. Bu güvene, ancak bundan sonra da tarihe, millete, vatanıma karşı üzerime düşen namus görevini en son dereceye kadar yapmakla hak kazanmaya gayret göstereceğim.
Kadızade Ahmet Efendinin kalpten ve içten sözleri beni ayrıca duygulandırdı. Kendilerine özellikle teşekkür ederim. Efendiler, bilmem hatırınızda mı, üç yıl önce de Konya halkıyla karşı karşıya gelmiş, kendileriyle fikir alışverişinde bulunmuş, o zaman milletin içinde bulunduğu acı şartları Konyalılarla başbaşa konuşmuştum. O zaman kutsal topraklarımız her taraftan çiğnenmiş bulunuyordu. Düşmanlar bütün memleketimize hâkimdi. O zaman demiştim ki; saygıdeğer Konyalılar, bu milletin namusunu, hayatını, geleceğini kurtarmak için onun bütün varlığına yönelen kuvvetleri yok etmeye bu milletin kabiliyeti, asaleti, kararlılığı yeterlidir. Bu sözümün doğruluğunu olaylar ispat etti. Çünkü bu milletin kararı, dayanışması, kahramanlığı sayesinde sonunda düşman yok ve perişan edildi.
” DÜŞMAN YALNIZ DIŞARDA DEĞİL”
Dış düşman artık bizim için, bir düşman olmaktan çıkmıştır. Bağımsızlığımızı yok etmeğe çalışanlar artık bizim için korkunç değildir. Onun tehlikeli olamaması için gereken önlemler alınmıştır. Biz dış düşmanı bu hale, milletin birliğiyle getirdik. Lâkin düşman yalnız dışarıda değildir. İçeride de bu milletin hayatiyle oynamak isteyen düşmanlar var. Dış düşmana karşı aldığımız önlemleri, gösterdiğimiz birliği iç düşmana karşı da daha şiddetle, daha uyanıklılıkla göstermeliyiz. Süngü ile, silâhla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, irfan, ilim, fen, ekonomi gibi alanlarda başarılı olmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin doğrudan doğruya kendi hâkimiyetine kendinin sahip olmasıdır. Üç buçuk dört yıldan beri uygulanarak milleti kurtuluşa erdiren, bundan sonra da sonsuza dek uygulanmasıyla milleti mutluluğa götürecek olan bu idare şekli için tehlikelerin hepsi sona ermiş değildir. Lâkin hâkimiyetine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini çok iyi anlayan ve çok iyi bilen millet, bu kutsal hâkimiyetine karşı baş gösterecek her tehlikeyi kahredecektir.
Konyalılar tarihin her inkılâp devrinde acı, tatlı günler gördüler. Tarihin bu dersindeki önemi herkes gibi saygıdeğer Konyalıların da anlayacağına eminim. Bu güvenledir ki, Konya’nın milli hâkimiyetin yerleşmesinde en güçlü dayanma noktalarından biri olacağına büyük inancım var. Konyalıların ziraat, ticaret sahasında gösterdikleri faaliyet, sahip bulundukları sağduyu ve memleket sevgisi beni çok haklı olarak bu güvene götürmektedir.
Saygıdeğer Konyalılarla böyle bir sofrada bulunmaktan dolayı memnunum ve mutluyum. Hepinize teşekkür ederim.
Söylevin sona ermesi üzerine Konya tüccarlarından Kaşıkçızade Tahir’in, hükümetin ticaretimizi geliştirmek için ne gibi fikirlere sahip olduğunu sorması üzerine Mustafa Kemal Paşa tekrar ayağa kalkarak sözlerine devam etti:
Arkadaşlar, Kaşıkçızade Tahir Efendi kardeşimizin bu sorusunu açıklamaya ve aydınlatmaya gerek görüyorum. Kendileri soruyor ki, hükümetin ticaret hakkında ne gibi düşünceleri vardır. Öncelikle şunu söyleyeyim ki, bendeniz içinizde hükümet adına değil, meclis adına değil, ordu adına değil, sadece bir milletvekili gibi belki de yalnız bir arkadaşınız, bir kardeşiniz gibi bulunuyorum. Onun için sorunuza hükümet adına cevap vermeye yetkim yoktur. Bilirsiniz hükümetimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’dir. Hükümet meclisin kendisidir. Meclis ise bana şu ve bu konuda bizim bakış açımızı açıkla, diye bir karar ve o karar sonucunda bir yetki vermiş değildir. Eğer hükümet kelimesinden maksadınız meclis değil de, meclisin devlet şubelerinde kendi adına hükümeti yürütmeğe vekil ettiği Bakanlar Kurulu ise onların adına da söz söylemeğe yetkili değilim. Çünkü yine bilirsiniz ki, Bakanlar Kurulu üyesi Anayasa hükümlerine göre gerek tek tek ve gerekse bütünüyle meclise karşı sorumludurlar. Bundan dolayı kendi sorumlulukları altında görev yapmaya mecbur kişiler adına söz söylemekten kendimi yasaklamayı uygun buluyorum.
” KAPİTÜLASYONLAR DİRİLMEMEK ÜZERE YOKLUĞA GÖMÜLMELİDİR”
Eğer sorunuzu “Sen ne diyorsun? Senin ticaretimiz hakkındaki fikrin nedir?” diye soraydınız o zaman cevap vermekte sakınca görmezdim ve kabul ediyorum ki asıl amacınız da budur. Ben de bu şekilde fikrimi arz ediyorum: Efendiler, ticaret hakkındaki düşünceleri iki şekilde belirliyorum. Biri bugüne ait ve bugünün gerektirdiği düşünceler, diğeri geleceğe ait yani barıştan sonra milletin istek ve amaçlarına ait düşünceler, diğeri geleceğe ait yani barıştan sonra milletin istek ve beklentilerine ait düşünceler. Eğer bugün için ticaretimiz hakkında ne düşünüyorsun diye sorarsanız, bu soruya bir tek cevap vereceğim. Bugün için düşündüğüm tek şey kapitülâsyonlardır. Maddi ve fiili olarak, kanla kaldırılmış olan kapitülâsyonların bir daha dirilmemek üzere yokluğa gömülmesini sağlamaktır. Ticaretimizin de, sanayimizin de, her türlü ekonomimizin de gelişmesi ve yükselmesi ancak bunun ile mümkündür. Bugüne ait olan bu yön sağlandıktan sonra, yarına ait olan Türkiye ticaretinin dünya ticareti ile rekabet edebilmesi için, düşünülmesi lâzım gelen şeyleri elbette siz tüccarlar benden daha iyi bilirsiniz.
Ticaret için iki şey lâzımdır. Biri, dışarıya çıkarılacak ürünlerin yerlerini sağlamaktır. Bu olmazsa ticaret yoktur. Bunları dışarıya gönderebilmek için hızlı ve güvenli araçlara muhtacız. Bundan dolayı bütün kuvvetimizle bir ân önce otomobiller, yollar ve trenler yapmak zorundayız.
İkinci olarak ticarette düşüneceğimiz ikinci iş, ihracat ve ithalatımıza aracılık görevini yapan ticareti yabancıların elinden kurtarmaktır. Yazık ki bu ticaret kendimizde değildi. Milli ticaret kuruluşları birer birer elimizden çıkmıştı. Artık halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için, ticaretin yabancı ellerde bulunmasına engel olacak önlemleri almak zorundayız. Arkadaşlar, ithalattan fazla ihracattır ki, memleketi zengin yapacaktır. Halbuki ihracatımız ancak sahillerimize kadar gidiyor ve oradan bu ihracat, yabancı memleketlere gönderilirken yabancıların eline geçiyor. Kazancımızın önemli kısmı bu şekilde bizden çıkıyor. Onun için ihracat, kaynaklarımız bizden olan tüccarlarımızın elinde bulunmalıdır. İşte ticaretimiz için başlıca düşünülecek şeyler bunlardır. Bunların her birini bugünkü medeniyete ve onun bugünkü gereklerine göre, dünya ticaretinin bugünkü ilkelerine göre kolaylıkla sağlayacağınızı zannetmek aldanışına düşmemelidir. Fakat güç de olsa, az da olsa sıkıntılar da çeksek, bu amaca yürüyecek ve inşallah başarılı olacağız.”
Kaynak: http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/konya-esnaf-ve-tuccarlariyla-konusma